Stranger Things, ilk çıktığı dönemde çoğunluk tarafından beğeniyle izlenen bir dizi olmuş, uzun süre gündemdeki ve kalplerdeki yerini korumuştu. Bunun üzerine 2 sezon daha geldi ve her sezon sonunda hikayenin bittiğini hissettirdiğinden ”daha ne anlatacaklar, gerek var mı devamına?’ dedirtiyordu. Ben kendi adıma bu cümleyi kursam da her sezondan epey keyif aldım. Son olarak da 4. sezon geldi. Çıkmadan önce 1 saatten uzun bölümleri ve ilk halinden uzaklaşan görüntüsüyle beni hiç çekmemişti. Bitirdiğimde ise ilk sezondan bile daha iyi bir sezon izledim.

4. sezonda bizi neler bekliyor (spoilersız)
Bu sezon atmosferiyle sevip benimsediğimiz ilk sezonun yansımalarını taşıyor, orada hissediyorsunuz. Aynı zamanda yeni karakterler ve dinamiklerle, tanıdığımız karakterlerin hayatlarındaki yeni perdeyle de yerinde değişimler sunuyor. Bana göre dizinin yaptığı en iyi şeylerden biri de zaten karakter gelişimleri. Steven, hiç sevmediğim bir karakterden en sevdiğim karakterlerden birine dönüştü örneğin. Hawkins’te olan bitenin dışında karakterlere de odaklanan bir yapım.
Diziye ekledikleri her yeni karakter de ilk dakikadan sevdiriyor kendini ve hepsi birbirinden özgün. Hem aynı ama hem de fazlasıyla da taze diyebilirim bu sezon için kısaca. Her bölümdeki özeni sonuna kadar hissettim. Bu sezonda gerginliğin dozunu da arttırmışlar, tedirgin olarak izlediğim çok fazla sahne vardı. Hoş, dozunda bir gerilim var.

Müziklerin ve kıyafetlerin, setlerin güzelliği de diziyi daha da yukarı taşıyor. Hatta dizide çalan bir şarkıyı da tekrar tekrar dinlemeye devam ediyorum duyduğumdan beri.

Üçüncü sezonda bıraktığımız melankolik bir noktadan devam ediyoruz. Eleven’in adapte olmaya çalıştığı yeni hayatına, Will ve Dustin’in okulda Hellfire Club isimli DnD grubunda kendilerine yer edinmelerine, Lucas’ın iki arkadaş grubu arasında bocalamasını görüyoruz. Max’in abisinin kaybıyla mücadele etmesine, Nancy ve Jonathan’ın arasındaki fiziksel mesafenin gittikçe duygusal mesafeye dönüşmesine şahit oluyoruz. Önceki sezondan beri her karakter kendine bir yer bulmuş, bu yeni sezonda da yolculuklarına devam ediyorlar. Büyüyüp gelişiyorlar, ufak olay örgüleri dallanıp budaklanıyor ve çözüme kavuşmaya başlıyor. Ve sanki karakterlerin bunca zaman bu çözümlemeye ihtiyaçları olduğunu hissettiriyor.
İlk sezondan beri DnD sahnelerini çok seviyorum bu dizinin, ilk bölümde de böyle bir sahne kullanmışlar. İzleyiciyi kolayca içine çekiyor, DnD klübünün Game Master’ı Eddie’yi hızlıca sevip benimsememizi sağlıyor.

Bu sezonun ana teması da şaşırtmayacak şekilde Hawkins’te bir yaratığın ortaya çıkışı ve ekibimizin bu durumu çözmeye çalışması. Böyle söylediğimde sıkıcı olduğunu biliyorum ama bu kez işler çok daha ilginç. Bundan daha ötesi. Şu sıralar çıkmış en iyi içeriklerden birisi, izlemenizi öneririm.
4. sezonda bizi gerçekten neler bekliyor? (spoilerlı)
Bu sezonda bizi 4 sezondur takip eden, anlaşılamayan, hatta kasaba sakinlerinin bile anlam veremediği bir sorunun cevabı bekliyor. Hawkins neden lanetli ve biz neden her sezonda bir canavarın peşine düşüyoruz? Dizi, yıllar önce izlediğimiz o ilk sezondan bu zamana kadar olan her şeyin cevabını veriyor. Üstelik bu hiç de öyle abuk durmuyor. Sanırım bu sezonu bu kadar özel kılan şeylerden biri de bu. Onca kovalamacaya, maceraya bir anlam kazandırıyor.

Katman katman birden fazla hikayenin aynı anda işlendiğini görüyoruz. Hopper’ın hikayesini izlerken başta bu tarzda bir şeyi hiç izlemek istemedim. Ama o da gittikçe açıldı ve Dimitri karakteri hikayeyi olması gerektiği gibi destekledi. Thomas Wlaschiha‘yı kadroda görmek hoş bir sürpriz oldu.
Eleven’ın dizinin en sonunda vardığı nokta gerçekten dizinin zirve noktalarından biriydi. Ama ondan önce uğradığı zorbalığı izlemek epey zordu, gördüğüm en gerçekçi olmayan zorba karakterleri izledim. Bazen bir diziyi veya filmi izlerken ”hadi öyle yap, onu yapma, hadi söyle aklındakini” gibi bir strese girersiniz, karakterin daha farklı eylemlerde bulunmasını, hareket etmesini istersiniz ya, tam olarak bunu yaşadım. Dizinin sonuna gelene kadar anlamlı gelmiyor bu sahneler elbette.

Eddie karakterini daha fazla görmeyi isterdim bir de. Sırf karakteri sevdiğimden de değil, ilk bölümde hızla sempati yaptığımız bu karakteri daha sonraki bölümlerde daha iyi kullanabileceklerini düşünüyorum.

Bu birkaç ufak nokta beğendiğim kısımların yanında ufak tefek rahatsızlıklar olarak kalıyor tabi. Son bölümü izlemeden önce bu sadece sıradan bir Stranger Things sezonu olsaydı, yine bir yaratığı etkisiz hale getirdiğimiz bir final izleseydim yine de beğenecektim. İlk bölümden itibaren kafamda havai fişeklerle izledim çünkü.
Finale gelmeden önce de bu bölümde işlenen canavarın, geçmişinde yüzleşemediği şeyler olan çocukları avlaması fikri hoşuma gitmişti. Fakat Upside Down’a açılan kapının bizzat Eleven tarafından açılması gibi bir finali ağzım açık izledim. Ayrıca Jamie Campbell’in performansı tıpkı 001 karakteri gibi diziye çok yakışmış. Benim en sevdiğim sezon oldu sanırım. Sonradan yayınlanacak 2 bölüme kadar nasıl bekleyeceğimi düşünüyorum. 2. Kısım, 1 Temmuz’da yayınlanacak