Çok uzun zamandır kitapçıların çizgi roman rafları arasında pineklerken gözüme çarpan, ”Batman: Pelerinli Süvari’ye Ne Oldu?” ismiyle ilgimi çeken çizgi romanı sonunda okuma fırsatı buldum. Üstüne bir de sanki parıl parıl harflerle yazılmışcasına Neil Gaiman ismini görünce de zaten okumaktan başka bir seçeneğim yoktu. Gerçekten de Pelerinli Süvari’ye ne olmuştu? Neil Gaiman, muhteşem yazarlığının gül yaprakları gibi tane tane açılan katmanlarının arasında, Batman için nasıl bir hikaye saklamıştı?
Neil Gaiman’ın aşk mektubu…
Çizgi roman, Neil Gaiman’ın mutlaka okumanız gereken önsözüyle açılıyor. Bu önsözü okuduğunuzda Gaiman için Batman’in önemli olmaktan daha fazlası olduğunu kavrıyorsunuz. Yazarken seçtiği kelimelerin arasında gezindikçe bu hikayeyi okumak için daha fazla sebep buluyor ve okumaya başladığınızda farklı bir bakış açısı kazanmış oluyorsunuz. Gaiman’ın yazarlığı her zamankinden daha berrak bir şekilde içinizden akıp hikayeye karışıyor. Artık Batman’in en son ve en özel hikayesini okumaya hazırsınız.
En iyi dedektifin en önemli soruşturması
Hikaye bir cenaze sahnesi ile başlıyor. Griliğin ve yasın omuzlarınıza bir pelerin gibi dolandığını hissediyorsunuz. Biraz ötede ise pelerinin asıl sahibi olabildiğince cansız, soluksuz bir şekilde tabutunda uzanıyor. Bu garip cenazenin ziyaretçileri ise Batman’in dostları ve düşmanlarından oluşuyor. Onları görmeye hiç alışık olmadığımız, neredeyse tadını alabildiğimiz bir saygıyla Batman’in ölümünü anlatıyorlar. Batman’i alt etmek için ellerinden gelen her şeyi yapan bu karakterlerin, onun ölümüyle ne kadar sarsıldıklarını görmek oldukça tuhaf hissettiriyor. Bu kesinlikle hep kaşılaşamayacağınız, görmeye değer bir sahne.
Bu ziyaretçilerin ağzından Batman’in farklı şekillerde öldüğü pek çok hikaye dinliyoruz. Birbirinden farklı olay örgüleri taşıyan bu hikayelerin tek ortak yanı ise hepsinin Pelerinli Süvari’nin ölümü ile sonlanması. Dünya’nın en iyi dedektifinin çözmesi gereken son ve en önemli soruşturma, kendi ölümü.
İyi geceler Batman
Böylece Gotham göğündeki yıldızlar yavaş yavaş dökülüyor, Batman’i sarmalayan gece, gündüze dönüşüyor. Gotham’a rengini veren siyah ve gri renklerin üzeri doğan güneşin bal rengi ile kaplanarak şehri terk ediyor. Batman’in silüeti etrafta kendi varlığının izlerini takip ediyor ve şehrine veda ediyor. Bu kısımlarda karakter gittikçe derinleşiyor ve varlığı silikleşse de daha elle tutulabilir, gerçek bir hale bürünüyor. Bu kısımları The Midnight Gospel’in bana oldukça dokunan final bölümüne benzettim.
Gece soluklaşmaya devam ederken unutmamak gerekir ki bir gecenin sonu yeni bir günün habercisidir ve Batman hep var olacaktır.
Finalin ardından
Asıl hikayenin arkasından bağlantısı olmayan farklı hikayeler de sayfaları çevirdikçe çizgi romanı takip ediyor. Bu hikayeler de Neil Gaiman tarafından yazılmış ancak farklı çizerler tarafından kareleştirilmiş. Hepsinin ayrı bir tadı var ve hepsi de birbirinden güzel. Asıl hikayeyi okuduğumda içimde oluşan burukluğun üzerine bu hikayeleri okuduğumda, birisi ben ağlarken gelmiş ve yüzümü güldürmüş gibi hissettim. Tüm içeriği ve bana yaşattığı tüm duygular ile kesinlikle unutamayacağım bir çizgi romandı.