Sonunda 13 yıldır beklediğimiz o film çıktı… Veya gerçekten Avatar’ın devam filmini bekliyor muyduk yoksa bu bir yanılsama mı? Kendim adıma Avatar’ı yıllar önce izlemiştim ve film bende evrenin genişlemesine dair bir arzu yaratmamıştı. Hatta daha dürüst bir yaklaşım sergilemem gerekirse Avatar’ın ilk filmi benim tam anlamıyla sevmediğim bir filmdi. Görsel açıdan getirdiği yenilikleri takdir ediyor ancak senaryosunun neden bu denli derinliksiz ve tekdüze olduğuna bir türlü anlam veremiyordum. Bu teknolojinin muhteşem bir hikaye ile buluşamamış olması canımı sıkıyordu belki de.

Avatar The Way of Water’a giderken de ağzımda tam olarak bu kötü tadın izlerini hissediyordum. Filmi izlerken sıkılmaktan ve 3 saat boyunca da sıkıldığım bir filmi izlemek zorunda kalmaktan endişe ediyordum. Ve korktuğumun tam tersi oldu; ben filme bayıldım.
Sinema salonunun ışıkları söndüğünde ve ekranda bir anda üç boyutlu şekilde filmin ilk sahneleri belirdiğinde inanılmaz heyecanlandım. Öyle güzel görünüyordu ki, çocukluğuma, sinemada ilk defa üç boyutlu film izlediğim ana doğru Ratatouille’daki gurme arkadaş gibi zamanda geriye gittim. Elimi uzatırsam tutar mıyım diye düşündüğüm o anı hatırladım.

İlk yarı rüya gibi
Şimdi geriye dönüp filmi düşündüğümde, ilk yarısı sanki rüya görmüşüm gibi hissettiriyor. Hepimiz filmin iyi görünmesini bekliyorduk James Cameron’dan elbette. Ancak filmin her bir karesi saatlerce incelenecek kadar ince ince detaylandırılmıştı. Suyun karakterlerin omuzlarından akması, kıyafetlerin, saçların sudaki hareketi, CGI karakterlerin gerçek insanlarla etkileşime geçiş anları… Kimsenin dikkat etmeyeceği en ufak köşede bile detaylı bir çalışma sergilenmiş. Bütüne bakıldığında ise renklerden oluşan, birbirine karışıp ışıkla dans eden ve kusursuz işleyen bir görsel şölendi. İlk yarıda diyorum çünkü bu kısımda daha çok evrenin genişlemesine, yeni yerler, karakterler ve yaratıkların tanıtılmasına yer verilmiş. Yazının başında da dediğim gibi, ben Avatar evreninin devamında ne var diye asla merak etmedim. Buna rağmen gördüğüm yeni şeyleri çok sevdim, bunları keşfetmekten büyük keyif aldım. Şimdi aklımda daha bütün ve kararlı bir dünya var. İlk yarıyı izlerken bir an bile sıkılmadan, neredeyse gözlerimi kırpmadan izledim.

3 saat uzun mu?
Peki neden ilk yarı, ikinci yarıda bir sıkıntı mı var? Sıkıntı denilemez ama film ikinci kısımda odağını daha çok aksiyona yönlendiriyor diyebiliriz. Burada da her şey tam da tahmin edeceğiniz gibi ilerlediği ve çok uzun tutulduğu için biraz sıkmaya başlıyor izledikçe. Karakterlerin bir sonraki an ne yapacağını biliyorsunuz ve bir an önce onu yapmalarını bekliyorsunuz. Aksiyon kısmı çok da temel oluşturmadan başlıyor ve bu da biraz havada kalmışlık hissi yaratıyor. Ve bu aksiyon bir türlü de bitmek bilmiyor. Filmin 3 saat olmasından şikayetçi değilim. Bu 3 saatin çoğunluğu keşif ve gelişme olsaydı keyifle izlerdim, ancak ağırlığın sonuç kısmında olması bana uzun bir film hissiyatı verdi.

Hikayeye gelecek olursak
Hikayeye baktığımızda en az ilk film kadar tekdüze. Herhangi birinden bir film senaryosu yazmasını istesem ortalama böyle bir şey çıkartır ortaya. Bir şekilde hikaye bana hitap etti diyebilirim, ayrıca sade olmasına rağmen işleniş olarak keyifli bir tempo tutturulmuş bence. Bu kez bir aile temasına da sırtını dayamış. Ben bu temayı tıpkı her Pixar filminde yuttuğum gibi biraz havada kapıyor ve seviyorum. Aile teması da ortaya daha fazla karakter çeşidi ve daha umursayacağımız kişilikler çıkarmış. Film hakkında genellikle karışık yorumlar gördüm. Bana göre Avatar kendi koyduğu çıtayla hemen hemen aynı seviyeye gelen ancak üzerine çıkmayan, benim fazlasıyla sevdiğim bir film oldu.

The Way of Water’ı izlememin ardından ”Belki de ilk filmi o kadar da hatırlamıyorumdur” düşüncesi ile tekrar izledim. Pek de iyi bir karar olmadı çünkü yeni filmde senaryonun ilk filmle tıpatıp aynı ilerlediğini gördüm. Fazla spoiler vermeden ne demek istediğimi anlatmam gerekirse; karakter yeni bir ortam keşfediyor, orada kabul görmeye çalışıyor, bir şekilde bu ortamın huzurunu kaçıran kişi olup bu sorunu kendi çözüyor. The Way of Water’ın sonunda çok sıkıldığım aksiyon sahnesinin uzunluğu ve sıkıcılığı bile neredeyse birebir aynıydı. Bunlar ufak benzerlikler değil, direkt olarak birbiriyle paralel. The Way of Water ilk filmin aynısının aile teması ile harmanlanmış hali kısaca. Bunu hissetmek biraz canımı sıktı, çünkü ikinci film için hikaye anlamında çok da cesur adımlar atılmadığını hissettim.

Yine de büyük bir sürpriz oldu benim için, filmi aşkla izledim. Sinemada, özellikle gidebilirseniz IMAX’te izlenmesini kesinlikle tavsiye ederim. Ben normal salonda 3D izledim. Malum sinemaların son zamanlardaki durumundan dolayı korkarak gittim. Ama filmin kendi kalitesinden mi yoksa Cinemaximum’un el değiştirmesinden mi kaynaklıydı bilmiyorum, film karanlık değildi, gayet güzel bir deneyim yaşattı.