İlk duyurulduğunda gördüğüm şeylerle büyük bir heyecana kapılmama sebep olmuştu bu oyun, Tokyo sokaklarında geziniyorduk ve oyun çok garip yaratık tasarımlarına ev sahipliği yapıyordu. Ancak zaman içinde bu heyecanım hızlı bir ivme ile çakılmış ve tamamen kaybolmuştu. Oyunu beğenmek beklediğim son şeydi. Ve oyundan beklenmedik bir keyif aldım.

Basit bir hikaye bazen yeterli midir?
Oyun hikaye açısından pek derinlere uzanmıyor veya katmanlar arasında kıvrılıp bükülmüyor. Öyle ki sadece üç cümleyle bile bu hikayeyi size anlatabilirim. Bazı doğaüstü olaylar sonucunda Tokyo ele geçiriliyor ve yaşayan herkes ortadan kayboluyor. Ana karakterimiz Akito hayatını kaybetmişken KK isimli bir ruh bedenine giriyor ve tek bedeni iki kişi ile paylaşıyoruz. Oyuna bu iki kişinin rehberliği ve kendi aralarındaki diyalogları eşlik ediyor.
Akito’nun bir de kız kardeşi var, kötü adamımız kız kardeşimizi kaçırıyor ve kendi amaçları doğrultusunda kullanmak istiyor. Akito ise onu kurtarmak istiyor ve olaylar gelişiyor. Hikaye kısaca, bir şeyler yap ve kızı kurtar formülünü benimsemiş. Ancak şaşırtıcı bir şekilde bunu sunumla, atmosferle yan yana koyduğum zaman ben hikayeyi bu aşırı basit haliyle yeterli buldum. Gerçekten de oyunun başındaki sinematikleri izleyip dakikalar içerisinde hikayeyi anladım ve ”tamam, gidip kız kardeşimi kurtarayım” moduna büründüm bir anda.

Akito ve KK de çok akılda kalıcı kişilikler olmasalar da oyun bana ”bak arkadaşça şakalaşıyor ve bağ kuruyorlar” yemini attı ve ben de o yemi yuttum. Aralarındaki dinamik bana keyif verdi.
Teoride güzel pratikte hissiz combat
Oyunda en çok kullandığımız dövüş mekaniği ellerimizle büyüler atmak üzerine kurulu. Bunlar zamanla benzer ama biraz farklı varyasyonları olan su, ateş gibi elementler şeklinde genişliyor. Stun gibi yeni yetenekler ediniyoruz. Ne yazık ki bunlar yeterli gelmiyor ve combat tekrara düşüyor. Oyunun epey bir kısmında savaşmaktan koşarak kaçtım ve direkt göreve doğru ilerledim.
Bir de KK’nin dairesinden elde ettiğimiz bir okumuz var. Yine de oyunda en keyif aldığım şey kilitli kapıları elimizle havada çizdiğimiz şekiller sayesinde açmak oldu. Veya finisher hareketinde düşman ruhtan uzanan bir ipi bükerek kopartmak.
Bunun yanında bir miktar da parkur var. Yakın zamanda Dying Light 2‘de bunu yaparken çok eğlendiğim gibi Ghostwire: Tokyo’da da çok eğlendim.

Oyunun en sevdiğim yanları: yan görevler ve tatlı hayvanlar, evet
Oyunun inanılmaz basit ana hikayesinin aksine yan görevler birbirinden tamamen farklı, eğlenceli ve çok zengin. Tokyo’da herkes ortadan kaybolsa da insanların ruhları etrafta duruyorlar. Kimi zaman birinin elinden kaçmış bir oyuncak bebeği takip etmem gerekti. Kimi zaman her şeyi yutan bir çöp eve girmem gerekti, kimi zaman ev sahibi tarafından iyi şans getireceğine inandığı için kaçırılan küçük bir çocuğun ruhunu aradım, kimi zaman bir ruhu salatalığı yem olarak kullanmak suretiyle tuzağa düşürüp avladım. Görevler bana çok farklı şeyler yaptırmasa da altında yatan hikayeleri severek takip ettim ve bende merak uyandırdı. Oyunun en iyi yanı bana göre yan görevler. Hatta açık dünya adı altında piyasaya çıkan pek çok oyundan iyi.
Yan görevlere ek olarak bir de yapabileceğiniz ufak tefek etkinlikler de mevcut. Örneğin sokaklarda denk geldiğiniz ruhları toplayıp bir telefon kulübesi sayesinde KK’nin arkadaşı Ed‘e gönderiyor ve kurtarıyoruz. Bu da bize xp kazandırıyor. Veya Torii kapılarını temizliyoruz. Şehrin üstündeki sisi kaldırıp yeni bölgelere erişim sağlıyoruz. Hayaletler ve hayvanlarla dolu Tokyo’yu keşfetmemiz için bolca içerikle donatmışlar oyunu.

Diğer iyi yanı ise oyunun her yerde sevimli hayvanlarla dolup taşıyor olması. Etrafta koşturan tatlı sokak hayvanları var ve oyundaki her hayvanın düşüncesini okuyabiliyoruz. Bir köpeğin başını okşuyor ve düşüncelerini okuyorum, bazen aç olduğunu düşünüyor, yemek verdiğimde ne kadar lezzetli olduğunu düşünüyor, bazen sahibinin geleceğine inanıp bekliyor.
Shibuya’daki dükkanlarda kedi biçiminde yokai’ler ile karşılaşıyoruz ve alışverişimizi onlar aracılığı ile yapıyoruz. Hatta küçük bir rakundan bir yan görev bile aldım. Çok çığır açıcı bir şey olmadığının farkındayım ama beni fazlasıyla heyecanlandıran ve eğlendiren bir detay oldu bu.

Shibuya sokaklarında hayalet avcılığı ve bazı teknik sorunlar
Oyun kimi zaman çok detaylı görsellere sahip olsa da kimi zaman pek de iyi görünmüyor. Kapalı alanlar çok detaylı bir şekilde tasarlanmış, masanın üstündeki, market raflarındaki nesneleri incelemekten kendimi alamadım. Ancak açık dünya her zaman pek de iyi görünmüyor. Shibuya’nın terk edilmiş ve ışıltılı sokaklarını gezmek yine de zevkli.
Oyunu iyi bir sistemde oynamama rağmen sık sık fps sorunları yaşadım. Ufak tefek sorunlar olsa göz ardı edilebilirdi ancak oyunum tam anlamıyla takla attı ve oynanmaz oldu. Ki bu da oyundan keyif alan benim için biraz sabır taşırıcı oldu.
Not: Bu sorunlar oyunun çıkışının ardından tam olarak düzelmese de azaldı.

Sonuç olarak
Oyun bir şekilde yeni veya farklı hiçbir şey vaat etmezken aynı zamanda eğlenebileceğiniz çok fazla öge barındırıyor. Combat tekrara girse de oyundaki diğer ögeler çok zengin ve yenilikçi bir ilerleyiş sağlıyor. Ne yazık ki fiyatı gereğinden yüksek, bu da beklediğimiz veya beklemediğimiz her oyun için artık kaçınılmaz bir durum. Şiddetle önereceğimiz bir oyun asla değil. Başına oturduğunuzda ise ”ne oluyor, bu neymiş” dedirtiyor. Barındırdığı her şey için iyi bir sunumu var diyebilirim. Game Pass’e geldiğinde bir göz atmakta fayda var.
Yazar: Pınar Gökoğlu