2020 yılının en heyecanlandığım yapımlarından Dune yaklaşırken kitaplarını büyük bir açlıkla tüketmiştim. Bunun üzerine biraz gecikmeli de olsa David Lynch’in 1984 çıkışlı Dune filmine de göz atmaya karar verdim. Vardığım en keskin yargılardan biri şu oldu; izlediğim en başarılı fakat aynı zamanda da en başarısız kitap uyarlaması filmlerden biri. Yazıdaki amacım yeni filmde görmek istediğim ve görmek istemediğim şeylerin üzerinde durmak.
Frank Herbert’in izinden
Öncelikle film, 2 saatlik süresi içerisinde bana kendimi sürekli garip ve rahatsız hissettirdi. Kitabı okurken kafamda canlanan mekanlar, kostümler öylesine aklımdaki gibi karşımdaydı ki, hayal gücüme bu kadar yakın bir yansıma görmek çok korkutucuydu. Solucanlar, Bene Gesserit kıyafetleri, damıtıcı giysiler, Arrakis… Buram buram Dune kokan bir film. Belki de fazla Dune kokan, ağır baharat kokusuyla da burnumu yakan bir film…
David Lynch kitabı öyle eksiksiz takip etmiş ki, adımlarını tam olarak Frank Herbert’in ayak izlerinin üzerine atmış. Öte yandan bu, kitap uyarlamalarının neden filme çevrildiğinde değişime uğradığı sorusuna da güzel bir yanıt oldu. Çünkü film, direkt kitaba bağlı kalmasına yorduğum bir sebepten dolayı gülünç geliyordu. Kitaplar sinemaya uyarlandığında, orası burası çekiştirilerek filme ve seyirlik diyebileceğimiz bir ürüne daha uygun hale getiriliyorlar. David Lynch’in Dune’u ise elini hiç korkak alıştırmadan kitabı direkt olarak filme uyarlamış. Sahne sahne hatta replik replik. Hatta öyle birebir işlemiş ki kitapta zaman zaman karakterlerin içinden düşündüğü ufak kısımları bile filmde görebiliyorsunuz. Filmi henüz izlemediyseniz, inanın ki bu, bir filmde görmek isteyebileceğiniz türden bir şey değil. 1984 yapımı Dune, kesinlikle nasıl kitap uyarlaması film yapmamalıyız sorusunun cevabı gibi.
”Korku katilidir aklın. Bu film de en güzel duyguların katili.”
Dune nasıl olmamalı?
Filmin gözlerimi eriten efektlerini, sahnelerini, eski bir film olmasından ve çeşitli imkansızlıkları göz önünde bulundurarak affedilebilir buluyorum. Şimdi gelelim filmin affedilmez hatasına.
Dune’un bilim kurgu eserleri arasında öne çıkmasını sağlayan, onu herhangi bir eserden ayıran en önemli yanı, Dune’un çok daha büyük bir şeyin hikayesini anlatıp en esas karakteri bile araç olarak kullanması. Dune değişen ve karakterleri de beraberinde değiştiren bir gezegenin hikayesi. Kitabın isminin Paul Atreides değil de Dune olmasının sebebi belki de bu.
Ne yazık ki Dune 1984 ise Paul Atreides isimli gencin çöl gezegenine gelişinin hikayesinden ibaret. Yanında işlemeye çalıştığı diğer şeylerden dolayı da tam olarak neye odaklanacağını bilemeyen bir film. Paul Atreides’i mi anlatmalı, Harkonnenlara mı odaklanmalı, baharat ticaretine mi, gezegendeki solucanlara mı, Bene Gesserit’in amacına mı? Sonuç olarak da kitabın katmanlarına girmeyi başaramayarak sadece yüzeysel bir film olarak ortada kalmış.
Yeni Dune filminde tüm bunların anlaşıldığını ve filmde olması gerektiği şekilde yer aldığını görürsem, büyük ölçüde beklediğimi alırım.

Keşke izlemeseydim ama izlemeseydim de çok şey kaçırırdım
Dune’u izlerken inanılmaz eğlendiğimi itiraf etmeliyim. Öyle ki yakın zamanda izlediğim herhangi bir şeye bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum. Ancak rüyalarınızı süsleyebilecek bir bilim kurgu temalı bir sit-com gibi.
İtiraf edeceğim bir diğer şey ise, bu tam da Dune filmini çekecek olsaydım, benim çekeceğim türden bir film. Kitapta okuduğum her şeyi seyirciye vermeye çalışır, tozlu çöl hikayesinin her bir noktasında özenle dururdum. Hissettiğim ve okuduğum her şeyi ekrana getirmeye çalışırken de muhtemelen böyle bir yapımla karşınıza çıkardım. 1984 yapımı Dune, Villeneuve’ün yeni filminden beklediğim ama aynı zamanda da beklemediğim her şey.