Bir filmi beğenme yönünün hep çok düzlemsel ve basit bir yol izlediğini düşünürdüm. Bir beklenti çizgimiz vardır ve film bir termometre gibi yükselip bu sınırı geçerse o zaman başarılı buluruz. Bunun altında kalırsa, o halde burun kıvırırız.
Bu denklem özünde hala böyle işliyor fakat bunu etkileyen pek çok faktör var. Mesela filmlerin bizden beklememizi istediği şeyler var ve bizler de öyle alışmışız ki bu sessiz anlaşmayı her seferinde otomatik hareketlerle imzalıyor, beklentimiz o yönde şekillendiriyoruz. Bir süper kahraman filminde gözlerimizden alevler yansıtan dev aksiyonlar izlemek asla şaşırtıcı olmuyor veya hikayenin bir araç olarak kullanılması asla gözümüze batmıyor.
Öte yandan süper kahraman filmleri sıklıkla ”bir film amaçladığı her şeyi gerçekleştirmişse ama seyir zevki olarak kötüyse, yine de başarısız sayılır mı?” sorusunu düşündürtüyor bana.
Filmler farklı farklı insanların doluştuğu karman çorman bir parti gibi, içeride ne kadar çok tanıdığınız kişiyle karşılaşırsanız partide o kadar eğleniyorsunuz. Ben uzunca bir süre süper kahraman filmlerini yanlış beklentilerle izlediğimden bir türlü insanların bu filmlerde ne bulduğunu anlayamamıştım. Sinemaya gittiğimi (hoşlanmadığım bir şeyin sinemasında ne işim vardı kim bilir) ve salondan 2 saat boyunca birbirine çarpan metallerden daha öte bir şey izlememişim gibi hissederek çıktığımı hatırlıyorum. (Civil War’a gitmiştim bu arada, nedense hala tüylerim diken diken oluyor Civil War denilince).
Bir filmi beğenmek ya da beğenmemek, işte bütün mesele
İlerleyen zamanlarda ufak bir bakış açısı değişikliği ile filmin bana vereceği aksiyonun tadını çıkartarak ve sadece filmin bana verdiğini kabul edip fazlasını beklemeden izlediğimde epey bir keyif aldığımı farkettim. Süper Kahraman filmleri perdeyi aralamamanız gereken çok iki boyutlu filmler gibi geliyor bana, o yüzden çok da kurcalamadan arkama yaslanıyorum ve 2 saat boyunca çarpışan metalleri daha bir keyifle izliyorum. Çünkü keyif almayacağım bir şeyi sırf eleştirmek adına izlemek doğru gelmiyor, bir şeyden keyif alma şansım varken de surat asarak neden ayrılayım diye düşünüyorum. Bir şeye derinden bağlı, onun hakkında konuşmaya can atan insanlar arasında bulunmak, onlara katılmak beni mutlu ediyor her zaman.
Tabi insanlar sadece filmlere değil karakterlere karşı da büyük bir bağlılık hissediyorlar ve onlara ne olacağını merak ettikleri için izlemeye devam ediyorlar. Bir dönem bunu filmde amcaoğlum var diye film izlemeye benzetmiştim. Şimdi düşünüyorum ki hiç alakamın olmadığı bir filmi sırf sevdiğim bir oyuncu var diye bile izleyebilirim. Bundan daha doğal bir şey yok. Hepimiz amcaoğullarını severiz…
Elbette bu filmler arasında bana alıştığımın bir şeyler sunarak şaşırtan, beni ters köşeye yatıran filmler de var.
Beni Doctor Strange’e emanet ediniz
Doctor Strange kendi türünde ve kendi türünün dışında değerlendirdiğimde de çok başarılı bulduğum bir film. İzlediğimde beni öyle şaşırtmıştı ki şaşkınlığımı güçlükle toparlayabilmiştim. En sevdiğim filmler arasında kendinden daima bahsettiğim Doctor Strange büyülü görselliği, Tilda Swinton ve Mads Mikkelsen bayılarak izlediğim isimleri bünyesinde barındırmasıyla benim için altın madeni gibi.
Infinity War
İtiraf edeyim, sırf 3 saat diye bu filmi izlemeyi öyle uzun süre erteledim ki en sonunda Doğuş müdahale etti ve birlikte izledik. İzlediğimde ise beklediğimden çok daha farklı bir tat aldım. Sanki akıntıya ters yüzmüşüm gibi afalladım, yıllardır üşendiğim o 3 saatin yoğunluğunu hissetmedim bile. Çok daha düzlemsel yol çizen bir film beklemişken, Infinity War katman katman büyüyerek önümde bir gökdelen gibi uzanınca, bana da gölgesinde dikilip hayran hayran bakmak kaldı.
Spider-Man: Far From Home
Fazla söze gerek yok, sık sık şu sekansı düşünüp bunun hayali ile yaşıyorum. Sizleri bu video ile başbaşa bırakıp yazımı burada noktalıyorum.