The Lighthouse’u izlememin ardından bir inceleme yazıp yazmamak konusunda düştüğüm tereddüt epey kafamı kurcaladı. Çünkü düşündüğüm ilk şey ‘’Ben bu filmi anladım mı?’’ oldu. Bu filmi beğendiğimden, filmin bana sunduklarından haz aldığımdan kesinlikle emindim. Emin olamadığım şey bu filmi anlayıp anlamadığımdı. Bu tarz filmleri izlerken hep aklımı meşgul eden bir düşüncedir bu ”Eminim ki bu film bana inanılmaz şeyler anlatmaya çalışıyor, eminim ki müthiş sembolizmler barındırıyor ama benim kapasitemin ötesinde. Keşke anlayabilseydim.” Bu yüzden The Lighthouse’u izlememizin ardından biz ne izledik diye küçük araştırmalara verdik kendimizi ve bunu en başta yapıp bir önbilgi ile izleseydim daha iyi bir deneyimle ayrılacağımı fark etmek biraz üzücü oldu. Okuyup taşları yerlerine oturttuktan sonra film kafamda bir bütün haline geldi.
İlk olarak filmi en basit haline indirmek istiyorum. Robert Eggers’in The Lighthouse filmi, bir deniz feneri ile ilgili bir film. Filmin etrafına örüldüğü iki karakterimiz Thomas Wake (Willem Dafoe) ve Ephraim Winslow (Robert Pattinson) bu deniz fenerinin etrafında bir çift güçsüz sivrisinek gibi dönüyorlar. Son olarak da kamera, sırf bu iki karakter etrafında dönüyor. Bu zincirin en altında da seyirci olan sizler varsınız.
Deniz Feneri, filmde ne kadar önemli gibi görünse, karakterlerimiz üzerindeki etkisi onlara aklını kaçırtıyor gibi dursa da aslında filmdeki en pasif öge. Sadece orada olanca heybeti ve güzelliği ile gökyüzüne doğru uzanmakla yetiniyor. Birbirlerine zarar veren, deliliğin köpüklü dalgalarında kaybolanlar karakterlerimizin bizzat kendilerinden başkası değil. Hatta filme en çiğ bakış açısıyla bakarsam sadece bir çamur öbeğinde birbirini itip kakan, debelenip duran iki erkek figürü görüyorum. Arkada çürümüş ev, görkemli deniz feneri, çorak araziler sabit olarak durmaya devam ediyor. Birbirini boğazlayan bu iki erkek figürü dışında değişen hiçbir şey yok. Benim fikrime göre, bu da filmi çok daha sinematik, çok daha rafine bir forma sokuyor. Seyirciler olarak bu karakterlerin bakış açılarına, delirmelerine ve ruh hallerine en ön sıradan şahit oluyoruz.
Daha deneyimli olan, ihtiyar Thomas, Ephraim’in deniz fenerine girmesini yasaklıyor. Bu da seyirci olarak bile Ephraim’in o deniz fenerinde ne sakladığını hepten merak etmemize, deniz fenerine bir şekilde girme isteği ile dolmamıza sebep oluyor. Thomas’ın da benzer karşı konulamaz duygularla dolduğunu, deniz fenerinin ne kadar yasaksa bir o kadar çekici görünmeye başladığını tahmin edersiniz.
Bu deniz feneri neyi temsil ediyor? Pasif, ışıl ışıl çekiciliğinin yanında bir de adeta Ephraim ve Thomas’a cinsel bir çağrıda bulunuyor, kendi aydınlığının içine davet ediyor. Sanki karşı konulamaz bir şeymiş gibi duruyor. Hatta filmin bir noktasında Willem Dafoe’nin karakterinin fenerin içinde çırılçıplak durduğunu görüyoruz. Sanki deniz feneri film boyunca sürekli şekil değiştiriyor, gelip kulağımıza fısıldıyor, bizi çağırıyor.
Bu köhne, eskimiş ev, rüzgarlar tarafından dövülerek kaskatı olmuş çamurlu toprak, her şey kir içindeyken, deniz feneri güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş, kapkaranlık geceyi delen ay ışğı gibi, tertemiz.

Karakterlerimiz arasında oldukça belirgin bir iktidar mücadelesi var. Thomas Wake hem deniz fenerine giriş hakkına sahip tek kişi, hem de etraftaki çeşitli işlerle sorumlu olan Ephraim Winslow’a göre daha deneyimli ve Ephraim üzerinde de güç sahibi olduğu kanısında. Film boyunca da Thomas’ın samimi bir tavırla başlayan yaklaşımının gittikçe baskın ve hatta duruma göre saldırgan olmaya başladığını gözlemleyebiliyorsunuz. Zaten biraz daha geniş bir perspektiften baktığınızda filmdeki her ögenin dozunu sürekli arttırdığını görebilirsiniz. Deniz feneri her geçen dakika ile birlikte daha büyülü, fırtına her dakika daha sert esiyor, karakterlerimiz her dakika sanki daha çok deliliğe teslim oluyor.
The Lighthouse, gücünü kendi yarattığı hiçlikten, yoksunluktan alarak kendi kendini parlatan, aynı zamanda da bu hiçliğin ortasındaki bir güç mücadelesini konu alarak eşsiz bir yapım olmayı başarmış.
Konu edindiği her şeyi, iktidar mücadelesini, cinselliği, deliliği, temsil ettiklerini en eşsiz şekilde ekranlara taşımış bir film. Katman katman ama aynı zamanda da derli toplu. Tek kelime ile anlatılamayacak bir film ancak eğer deneyimimizi bir kelime ile anlatmamız gerekseydi bu kesinlikle ”eşsiz” olurdu.
Güzel İnceleme
BeğenBeğen