Benim her Pokemon oyununu takip ettiğim ve hepsini oynadığım söylenemez. Pokemon Scarlet‘ı oynamak isteme sebebim Nintendo DS‘de oynadığım (hangisi olduğunu hatırlamıyorum) bir Pokemon oyununu çok sevmem ve konsolu yanımdan ayırmadan inanılmaz keyifli saatler geçirmemdi. Pokemon Scarlet’ten de beklentim sadece bana aynı keyfi vermesiydi. Ne harika bir görsellik, ne uçsuz bucaksız açık dünyalar ne de çok derinlikli görev zincirleri bekliyordum. O nostaljik tadı birazcık olsun hissedebilseydim bu oyunu benim açımdan iyi bir oyun yapacaktı. Peki sonuç ne oldu? Hem istediğimi aldım hem de alamadım. En son hangi oyun ile ilgili böyle kafam karışmıştı hatırlamıyorum.

Baştan Aşağı Bir Pokemon Oyunu
Hakkında söylenen, benim düşündüğüm kötü taraflara gelmeden önce Pokemon Scarlet’ın tam anlamıyla bir Pokemon oyunu olduğunu ve bunun da oyunu iyi yapan yanlardan biri olduğunu söylemek isterim. Arayışında olduğum o nostaljik tadı, doyasıya bir Pokemon oyunu oynama hissini aldım. Bu da oyunu keyifli bulmama sebep oldu.
Pokemon oyunlarında alışık olduğumuz üzere evimizde, annemizin yanı başında başlıyoruz oyuna. Bir akademideki ilk günümüzün sabahı, okul için hazırlanıyor çantamızı topluyoruz, kayıt olmaya gidiyoruz. Gittiğimiz sırada da zamanla aşina olacağımız yeni yüzler ve kişilerle tanışıyoruz. Bunlardan biri Pokemon savaşına fazlaca ilgi duyan hırslı ama yakınlık kurduğumuz, aynı zamanda komşumuz olan Nemona. İlk savaşımızı onunla yapıyor, neyin nasıl olduğunu öğreniyoruz. Bu Pokemon oyununda farklı olarak öğrenci kimliğine sahibiz.

Sprigatito, Fuecoco ve Quaxly arasından başlangıç Pokemonumuzu seçiyoruz. Bir de oyunun başında, açık dünyada ulaşımımızı sağlayacak ancak henüz dövüşlerde aktif edemediğimiz efsanevi Pokemon ile karşılaşıyoruz. Ben onun oyuna dahil olma sinematiğini çok sevdim.
Oyunun dev gibi bir açık dünyası var ve her adımda bir Pokemon sürüsüne ayağımız takılıyor. Oyuna eklenen Let’s Go sistemi sayesinde Pokemonumuz topundan dışarı çıkıp etrafı keşfedebiliyor ve otomatik kapışıyor. Ancak o şekilde tecrübe puanının yarısını alıyoruz. Ama yine de güzel bir sistem olmuş.
Oyun beni oldukça eğlendirdi ve içerik açısından da dolgunluğunu hissettim. Beni bu açılardan tatmin eden, ekrana kilitleyebilecek türde bir oyun.

Gelelim Problemlere
Oyunda öyle çok problem var ki, nereden başlayacağımı bile bilemedim. Belki yakın takipçisiyseniz pek çoğuna internette denk gelmiş olmanız mümkün. Ne yalan söyleyeyim, önüme düşen o videoları ben çok gülerek izledim ama esasında bu kadar büyük bir markanın, sırf alıcısı hazır olduğu için böylesine özensiz oyun çıkarıyor olması oldukça can sıkıcı. Oyun sanki bir ayağı çukurda gibi çalışıyor.
Açık dünyada koşarken NPC’ler yakın menzilimde değil, biraz uzaktalarsa düşük FPS ile hareket edip yürüyorlar. Aslında oyunda dolu dolu, pek çok oyunda aradığım o yaşayan canlı sokaklar var, tabi bu yaşayan insanların düşük FPS olduğunu göz ardı etmek mümkün değil. Hatta daha da kötüsü sanırım akademideki ilk günümde sınıf arkadaşlarımı düşük FPS görmemdi, artık onları böyle tanıyorum.

Ben bir Nintendo Switch oyunu oynarken harika olmayan ama bunu stilize bir görselliğin arkasına saklayan oyunlar beklerim. Zelda veya Animal Crossing mükemmel iki örnek. Ben tam olarak böyle bir görsellikle karşılaşmayı bekliyor ve bundan keyif alıyorum. Pokemon Scarlet ise gerçekten kötü görünüyor. Bunu tanımlamak için başka bir kelime seçemiyorum, tam olarak kötü bir oyun bu şekilde görünür bence. Üzerine bastığım çimenlerin dokusu yok, dağlar sanki çok kötü plastikten yapılmış oyuncaklar gibi görünüyor. Görsel açıdan bu kadar az beklentiyle böyle hayal kırıklığına uğramak şaşırtıcı.
Oyun iyi yanlarına ağır basar şekilde sorunlu ne yazık ki. Buna rağmen 3 günde 10 milyon adet satmayı başardı.
Oyunda vakit geçirmeye devam edeceğim, oynadığım süreçte ise Pokemon Scarlet’in nasıl iyi olabileceğini kafamın içinde görüp hayal edebilmek sanırım en üzücü tarafı. Uzaklardaki biçimsiz Pokemon dağlarına bakıp iç geçirmekten başka elimden bir şey gelmiyor.
