Klostrofobik Bir Bilimkurgu: Oxygen

Netflix’in üzerimize adeta içerik yağdırdığı şu son üç senede, artık içeriklerin takibinde biraz zorlanmaya başladım. Aradan kaçan tonla içerik var. Hepsi de izlenmeyi hak eden içerikler olmadığı için çok da bir sorun yaratmıyor tabi. Bugün sizlerle Netflix’in son gerilim ve bilimkurgu filmi Oxygen’den -Oxygene- bahsedeceğiz.

Tükenmek Üzere

Yönetmenliğini Alexandre Aja’nın yaptığı ve başrolünü Soysuzlar Çetesi ve Enemy gibi bir çok yapımdan tanıdığımız Mélanie Laurent’ın üstlendiği Oxygen; Netflix filmleri içinde kolayca sıyrılan bir yapım olmuş. Filmde kendisini bir kriyojenik tüpün içinde kapana kısılmış şekilde bulan bir kadının kurtulma çabasını izliyoruz. Filmin temposu hiç düşmüyor ve kendi içinde arklara ayrılıyor. Ana karakterimiz kapsülde kim olduğunu dahi hatırlamadan uyanıyor ve oksijeninin %35 olduğunu görüyor. Buradan sonrası tamamen diyaloglar üzerinden, tek odada olabildiğince klostrofobik şekilde ilerliyor. Karakterimiz adeta bir dedektif gibi ilerleyip kapsüldeki yapay zeka asistanı MILO’ya sorular sorarak kendi benliğini bulmaya çalışıyor.

Klişe Gibi Ama Değil

Aslında ilk göz atıldığında klişe bir senaryo gibi gelebilir. Ama Oxygen bu algıyı aldığı kararlarla ve Mélanie Laurent’ın oyunculuğuyla yenebiliyor. Tam “Böyle olacak.” dediğiniz anda bambaşka bir yöne evriliyor hikaye. İşte Oxygen’i de Oxygen yapan bu evrilmeler. İşin içine psikotik olaylar, sanrılar da girince gerilim dozajı da kat ve kat artıyor. Neyin gerçek neyin olmadığını anlamaya çalışırken bir bakmışsınız filmin süresi bitmiş. Sizi bilmiyorum tabi ama ben ekstradan seviyorum böyle yapımları. İşin içine halüsinasyonlar girdiğinde benim için film 2-0 önde başlamış oluyor. Filme tamamen girmeden şunu söyleyebilirim ki Mélanie Laurent tek kelimeyle harika oynamış. Kendisini zaten severdim önceki filmlerinden ama bu filminde bir ayrı oynamış. Hayran kaldım.

İçim Daralıyor Altan

Film başından sonuna kadar sanki sizin oksijeniniz bitecekmiş gibi hissettirmeyi başarıyor. İlk on beş dakikada içimin ne kadar daraldığını anlatamam. Bu kötü anlamda bir daralma değil. Kapsüldeki karakterimize çok yakın bir açıdan bakmak ve arkada oksijenin bitecek olması korkusu içinizi bir nebze de olsa sıkıyor. Beni çok sıkmıştı. Yönetmenin kamerayı gerilimli sahnelerde karakterin çevresinde 360 derece döndürmesi en sevdiğim şeylerden biri oldu filmde. Sinemada çoğunlukla karakterlerin çevresinde dönerek ortamdaki gerilimi seyirciye daha iyi yansıtmak için kullanılan bu teknik bu filmde de işini yapmış doğrusu. Karakterimiz tıbbi bir kapsülün içinde olduğu için her yerinde damar yolu ve monitörizasyon cihazları var. Filmin az da olsa “gore” kısmı buradan geliyor. Eğer damar yolu iğne vb. şeyler sizi rahatsız ediyorsa bu filmden de rahatsız olacaksınız diyebilirim.

E Noluyor Bu Filmde?

Bu ve diğer paragrafta SPOILERLI bir şekilde konuşacağım. Ondan izlemediyseniz filmi izleyip bu paragrafa dönmeniz sizin için daha önemli olacaktır. Zira filmin plot-twisti, bu filmin her şeyi. İzlediniz değil mi? Heh o zaman başlayalım. Şimdi ana karakterimiz Elizabeth Hansen. Elizabeth kriyojeni bilimi üzerine bir çok başarısı olan bir bilim kadını. İnsanlığın sonu bir salgın sonucu tükenme tehlikesine girmiş ve insanlar da çareyi uzayda kolonize olmakta bulmuş. Yapılan klonlar bir uzay gemisiyle uzaktaki bir gezegene yollanmış. Bizim Elizabeth sandığımız ana karakterimiz de bu kapsüllerde olan klonlardan biri. Kapsüldeki karakterimiz ilk önce kendisinin Elizabeth olduğunu düşünse de aslında kendisinin sadece Elizabeth’in klonu olduğu ve Elizabeth’in hafızasına sahip olduğunu öğreniyoruz. Tüm film boyunca gözümüze sokulan farelerin de geçmişte Elizabeth’in hafıza aktarımını üzerlerinde denediği fareler olduklarını görüyoruz.

Şimdi şöyle filmde dünyaya teknik olarak bir şey olmuyor sadece insanlık bitecek deniyor neden uzağa gitmektense dünyada tekrardan kolonize olmaya çalışmıyorlar bu kısmı tam olarak mantıklı bulamadım. 12 sene önce yaratıldığını öğreniyoruz karakterimizin bu 12 senede dünyada virüs hala aynı etkinlikteyse bunu anlayabilirim ama dediğim gibi tam oturmadı kafamda bu kısım. Her şeyin Leo ile bağlanması da hoşuma gitti açıkçası. Acı çekerek geçmişi hatırlaması biraz bayat gelse de o duyguyu iyi verdiklerini düşünüyorum. Leo gerçek mi yoksa hayal ürünü mü kısmı filmin en sevdiğim kısımlarından biriydi sanırım. Demiştim seviyorum böyle gerçek mi halüsinasyon mu olaylarını. En sonda tüm uzay gemisinden sadece Leo’nun klonuyla Elizabeth’in klonunun kurtuluyor. E tabi dünyada Adem, Havva betimlemesi olmayan bilimkurgu filmi kalmadı, olmazsa olmaz bir durum artık.

Genel olarak toparlamak gerekirse; gerilmek, şaşırmak biraz da korkmak isterseniz Oxygen sizin yeni filminiz olmalı. Başka bir yazıda tekrardan görüşmek dileğiyle. Kendinize iyi bakın.

Klostrofobik Bir Bilimkurgu: Oxygen” üzerine bir yorum

  1. tavsiyeniz üzerine şimdi izledim. sıcağı sıcağına yorum yapacak olursam, evet bazı minik kolonizasyan soruları var ama senaryoyu ezecek kadar güçlü değiller. oyunculuk harika.

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.