Sitcomlar… Hepimizin hayatına dokunan bir sitcom vardır. Cevaplar değişir ama her zaman bir sitcom vardır. Bugün sizinle -zaten çoğunuzun bildiği- The Office’i, taze bitirmemin şerefine klavyeme gözyaşlarımı akıta akıta konuşacağım.
The Office, Greg Daniels tarafından uyarlanan bir dizi ve orijinalinde başrolü Ricky Gervais üstleniyor. Aslında The Office bir belgesel. Karakterlerimiz kendilerinin bir çekim altında olduklarını biliyorlar. The Office dokuz sezon gibi uzun bir süre yayınlandı ve dünya genelinde milyonlarca hayran kazandı. Konuyu da bilmeyenler için kısaca anlatıyım. Dizimiz Amerika Birleşik Devletleri’nin Scranton şehrinde geçiyor. Kahramanlarımız Dunder Mifflin Kağıt Şirketinde çalışan insanlardan oluşuyor.
Fark ettiğiniz gibi gayet sade bir konuya sahip. Bütün sezonlarda bir ofisin içinde karakterlerimizin, aynı yerde oturup, aynı şeyleri yapmasını izliyoruz aslında. Tabii ki başlarına türlü türlü şeyler geliyor ve işlerin seyri değişebiliyor. Ama dediğim gibi her şey aslında çok kısıtlı. İşte burada da karakterlerin iyi yazılmış olması devreye giriyor.
Hepimiz Kendimizden Bir Şeyler Görüyoruz
The Office’in belki de en güçlü özelliği karakterleri. Karakterlerin gerçekten yaşaması sizi bu diziye bağlayan en önemli etken oluyor. Onların yaşadığı her türlü duyguyu dizi size hiç etkisini azaltmadan geçirebiliyor. Hepsinde kendimizden bir şeyleri görüyoruz. Hayata karşı bir umursamazlığınız mı var? Stanley ile aranızda bir bağ oluşabilir. Her zaman hırslı ve hedefine kilitlenmiş birisi misiniz? O zaman Dwight’ı çok seveceksiniz. Olduğunuz ortam ne olursa olsun, her zaman şaka yapmanın gerektiğini mi düşünenlerdensiniz? O zaman sizin adamınız Michael. Gördüğünüz gibi bağlanmak çok kolay her birine.
Dünya’nın En Eğlenceli Ofisi
Kısaca bazılarını tanıyalım isterseniz. Ofisimizin başında tüm sezonlar boyunca uğruna kıyasıya bir rekabetin sürdüğü Bölge Müdürü sıfatıyla Michael Scott oturuyor. Michael Scott inanılmaz bir karakter arkadaşlar. Kendisi asla espri yapmanın dozunu ve yerini bilmiyor. Sınırları tanımadan aslında kötü niyetli de olmadan insanları çok fazla kırdığı oluyor. Ama asıl gerçek şu ki pırlanta gibi bir kalbi var. Ofisini sahiplenişi, onlara olan sevgisi -Toby hariç tabii ki- ölçülemez düzeyde. Steve Carell yıllar boyunca unutulmayacak bir performansa imza atmış bu dizide. Jim’e geçelim o zaman. Jim aslında hem haylaz olup hem de “düzgün çocuk” tanımına uyan biri. Şubenin en parlak geleceğe sahip satıcılarından biri olmasına karşın şakacılığı ile de gönülleri fethetmeyi başarıyor. Dwight ile aralarında Tom ve Jerry gibi bir ilişki var. Aslında birbirlerine çok saygı duyarlar, birbirilerini severler. Fakat bunu dışa çok nadir vururlar.
Dwight’a gelirsek. Dwight bir sitcomda gördüğüm en yaratıcı dizayna sahip karakterlerden biri. Çok özel bir karakter. Hedefi her zaman zirve olan ve zirveye ulaşmak için de elinden geleni yapmaktan çekinmeyen birisi. Dizide en ileri karakter gelişimine sahip olan kişinin de o olduğunu düşünüyorum. Dokuzuncu sezondaki Dwight ve ilk sezondaki Dwight arasında inanılmaz farklar var. Bu kadar söyledik tabii ki de biricik resepsiyonistimiz Pam’den de bahsedelim. Pam dünyalar tatlısı bir insan. Jim ile çok az insanın arasında olan bir kimyaya sahipler. Pam, Michael’ın ofiste kendisine en yakın hissettiği isimlerin başında geliyor. Söylediklerimin haricinde Andy, Stanley, Phyllis, Meredith, Oscar, Kelly, Ryan, Kevin, Angela ve bence dizinin en ilginç karakterlerinden bir diğeri Creed…
Creed konusu ilginç arkadaşlar. Dizinin zaten dördüncü duvarı yıktığını biliyoruz ancak, Creed’de farklı bir durum var. Creed gerçeklikleri karıştırıyor bazen. Kendi benliğini de unutuyor. En sonunda da onun kim olduğunu, nasıl biri olduğunu öğreniyoruz neyse ki.
The Office’in Anlamı
Burayı biraz kişiselleştirerek yazıyorum. Sitcom izlemek benim için kafamı yormadığım, yirmişer dakika açayım da dert tasa her şeyden uzaklaşayım yöntemidir. Hepimizde de vardır bu durum diye düşünüyorum. Dizileri bitirdiğimizde, özellikle final bölümlerinde o sonraki bölümün olmaması gerçeği hepimizi yaralıyordur diye tahmin ediyorum. İşte The Office’de de bunları yaşadım. The Office’in bize verdiği en yoğun duygular, aile ve aitlik. Yukarıda söylediğim kendinizden bir şeyleri bulmanın yanında bir de benimseme durumu yaşanıyor. Bazı kişiler diziye belli bir yerde veda ediyor mesela. Buna sanki en yakın arkadaşınız farklı bir şehre taşınıyormuş gibi tepki veriyorsunuz. Birilerinin mutluluğu sizi de aynı dozda mutlu ediyor. Bir süre sonra siz de her gün sabah Scranton’ın o soğuk havasında, Dunder Mifflin’de çalışmaya gidenlerden oluyorsunuz. Binaya girip adını bile öğrenmeye gerek duymadığınız güvenlik görevlisiyle gereksiz bir bakışmanın ardından Pam’e günaydın diyip masanıza geçiyorsunuz ve ardından bugün Dwight ve Jim’in birbirlerine yapacaklarını bekliyorsunuz…
Okuduğunuz için teşekkür ederim. İzleyenlere özlem duygusunu, izlemeyenlere de izleme isteği kazandırmışımdır umarım. Kendinize iyi bakın ve yangını Ryan’ın çıkardığını unutmayın!