Yanlış hissettirecek kadar ilginç, gizemli ögelerin tükettiğim ürünlerde bulunması her zaman daha fazla ilgi göstermeme sebep olmuştur. En basit örneğiyle Death Stranding’in bu kadar ilgimin merkezine yerleşmesinin en büyük sebebinin içinde barındırdığı bu tür garip ögeler olduğunu söyleyebilirim.
Death Stranding etkisi
Kojima önüme istemediğim kadar anlam veremediğim şey yığmıştı ve oyun çıkana kadar Kojima’nın bunları oyunda nerelere yerleştirdiğini, bunların ne olduğunu, nereye bağlandığını merak etmek, tahminlerde bulunmak, anlam aramak ilgimi sürekli ayakta tutmuştu. Sonunda oyunu oynadığımda gameplay olarak tam dişime göre bulmasam da, anlamsız görünen her şeyin evrende nasıl yer bulduğunu gördüğümde bir noktaya kadar memnun olmuştum.
M. Night Shyamalan Başarısızlığı
Ne yazık ki M. Night Shyamalan’ın Servant’ı, bana ilginç olan her şeyin ilgi çekici olmadığını ilk defa düşündürdü. Servant, bebeğini kaybetmiş bir annenin yaşadığı travma yüzünden yerine oyuncak bir bebek koymasıyla, hatta bu bebeğe bir de bakıcı tutmasıyla, bu bakıcının da her halinden gariplik akmasıyla, hatta bu bakıcıyla ilişkili herkesin bakıcıdan çok daha garip olmasıyla baştan sona bir ilginçlikler şelalesi gibiydi…
Hatta öyle çok ilginç şey vardı ki, herhangi bir sahnesinde bunlardan hiçbiri olmasa veya hiçbir şey yaşanmasa bile havada asılı kalan bir tuhaflığın ağırlığını sürekli hissediyorsunuz. Bitmek tükenmek bilmeyen bir ”bir şeyler oluyor” hissi sürekli sizi dürtükleyip duruyor. Tüm bunların ortaya çıkardığı hoş bir seyir zevki olsa da dizi işte tam da bu ”bir şeyler oluyor” hissi yüzünden topallıyor. Çünkü hiçbir şey olmuyor.

Herhangi bir şeyin beklentinizi yükseltmesi elbette ki iyi bir şeydir. Fakat beklentinizin sürekli olarak tetiklenmesi ve uçsuz bucaksız bir şekilde, hiçbir yere varmaksızın yükselmesi iyi bir şey midir?
Bir taşı attığınızda asla yere düştüğünü görmediğiniz zaman veya taşın yere düştüğü anlamına gelen o boğuk tık sesini duymadığınız zaman bu oldukça sinir bozucu bir durumdur. Çünkü o taşı attığınızda bu eylemin sonucunu görmeyi beklersiniz fakat hiçbir şey olmadığında taş da siz de öylece havada kalırsınız.
Servant, en başta taşlarını kendinden emin bir şekilde fırlatıyor ve ilginizi tamamen üzerinde tutacak bir sürü şey sunuyor size. Beşikte bir bebek görüyorsunuz, babası bu bebeği bir un çuvalını kaldırır gibi tepetaklak bir şekilde havaya kaldırıyor, taşırken bir de kafasını beşiğin kenarına vuruyor…
Yerinizde şöyle bir doğrulup ne olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz. Sonra bunun çiftin kaybettikleri bebeklerinin ardından alışılmadık bir terapi yöntemi olarak kullandıkları oldukça gerçeğe yakın bir oyuncak bebek olduğunu görüyorsunuz. Bu bir önceki sahneden çok daha ilginç geliyor. Ne yazık ki dizinin, seyirciyi kendi içine iyice çeken bu doğru adımlarının ardından attığı adımlar hiçbir ritmi olmayan, sarhoş birinin dans ederken attığı adımlara benziyor. İlk başta taş atarak ilginizi çeken Servant, sizi cevapsız daha pek çok gizemle adeta taşlayarak kanlar içinde bırakıyor.

Seyir zevki kendine has
Yine de Servant’ın kendine özgü bir seyir zevki olduğunu itiraf etmeden geçmemem gerekir. Oradan oraya dağılan olay örgülerini sabitlediği tek mekan dizinin en hoş yanlarından biri kesinlikle. Rupert Grint’i izlemek ayrı keyifliydi ve dizide kullanılan kıyafetler de tüm bunların üzerine lezzetli bir pastanın üstüne kondurulmuş kiraz gibi duruyordu.
Gıcırtılı, tüyler ürperten bir keman sesi eşliğinde Servant beni gizemleriyle kendine çekiyor, bir örümcek gibi sürekli daha fazla gizem örüyordu. Bu gizemlerin ardı arkasının kesilmemesi, hiçbir şeyin cevaplanmadığı gibi sürekli aklıma daha fazla soru düşürmesi ise bu dizinin tek ve en büyük kusuru. Başta merak içinde yönelttiğim ”neden?” sorusu dizi ilerledikçe sancılı bir sürece ve daha büyük harflerle sorduğum ”NEDEN?” sorularına dönüştü.

Neden bakıcı oyuncak bebeğe canlı bir bebek gibi davranıyor? Neden o oyuncak bir anda kanlı canlı gerçek bir bebek oldu? neden herkes bu normal gibi davranıyor? Neden adamın orasından burasından kıymıklar çıkıyor? Neden, neden, neden ve daha fazla neden. Sadece dikkatli izlediğinizde bu kocaman neden sorularına kaçamak ve ufacık cevaplar alıyorsunuz. Özünde başarısız olarak tanımlayacağım.
Servant, maalesef bana verdiği tüm bu kaçamak cevaplar sebebiyle finalde tüm soru işaretlerimle beni ortada bırakıverdi ve kendime ”ben bu diziyi izleyerek vakit mi kaybettim” gibi dizi sitelerinin lağım kokan köşelerinde görebileceğiniz türden bir soru sormama sebep oldu. Ben bu diziyi izleyerek vakit mi kaybetmiştim? Belki de Shyamalan cevapları ikinci sezona saklıyordur, kim bilir? Sonuç olarak Servant, izlediğime memnun olduğum, aynı zamanda da memnun olmadığım bir dizi oldu.